Annelik Kariyeri – Uzman Anneler Çağı

Beden atölyeleri, boyalar ve renklerle tanışma, çocuk dramacılar ve daha birçokları.. Şimdilerde çocuklar çok meşguller her an yeni bir atölye ve kurs ile zamanlarını dolduruyoruz, hem de ilk doğdukları andan itibaren. Çocuklardan çok anne babalar yoruluyorlar. Özellikle bu programları takip etmek, ayarlamak, çocukları için uygun olanları seçmek ve getirip götürmek, babalar genellikle çalıştığı ve anneler de “annelik” yapabilmek için kariyerlerini bıraktığı için annelerin yeni işi haline gelmiş durumda. Yeni kariyerleri çocukları olan bir anneler grubu da artık her yerde karşımızda…

Öncelikle belirmeliyim ki “annelik” ( motherhood ) kavramı üzerinden bir düşünce egzersizi yapmak istiyorum. Ancak kavram ya da isim olarak kullanılan “annelik” yani Türkçe okunuşuyla “madırhuud” bir olma halini ifade ediyor. Bense bu vesile ile anneliğin yapma haliyle ve bunun modern Türkiye’de yaşanma şekilleriyle ilgili gözlemlerimi ve tabii ki uzun zamandır ebeveynler ve çocuklarla çalışan bir uzman olarak görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Yeni kariyerleri annelik yapmak olan bu anneler topluluğu hakkında, yapma durumunu ifade ederek bir mercek sunmaya çalışıyorum. O yüzden konu başlığını “madırhuud – motherhood” olarak değil, “madıring – mothering” olarak belirlemeyi ve bunu da bu yapma halinin en iyisine ulaşma çabasını ifade etmesi amacıyla “profeşşınıl – professional” ön tanımıyla yapmayı uygun buldum kendimce. Tabi benim merceğim de bana özel; başka mercekler de mutlaka kullanılabilir konuya bakmak için.

Şimdi biraz olmak haliyle “annelikten” bahsederek başlayalım; Bir kadın temelde anne olmayı düşlediği anda gelecek bebeği ile ilişki kurmaya başlar. Bu ilişki sanal/fantezik bir düzlemde gerçekleşir. Bu sayede kadın sadece anne olma fikrine alışmakla kalmaz aynı zamanda gelecek bebeğine ilişkin düşlemler geliştirir. Nasıl bir bebek olacağını, onunla neler yaşayacağını, onunla ilişkisini nasıl düzenleyip sürdüreceğini hayal eder. Genellikle bu süreç erkeğin eşlik etmesi durumlarında daha keyifli ve doyurucu olur. Erkeğin babalık düşlemiyle bu sürece dahil oluşu kadını hem kadın olarak istenir olduğu, hem anne olabilecek kadar kadın olduğu, hem de tüm süreç içinde yalnız kalmayacağına ilişkin güven verir ve mutlu eder. Erkek ya da kadın bu süreci hiç yaşamadığında, hazır olmadıklarını düşündükleri anlarda, süreci ilişkisel ve duygusal olarak birbirlerinden kopuk yaşadıklarında ya da birinin bir şekilde diğerine eşlik etmediği durumlar olabilir.

Sonra gebelik gerçekleşir; Kadın bedeninde tanrısal bir eylem gerçekleşir ve yaratım başlar..

Çok mu abartıyorum? Belki de, ama anne olmanın yüceltildiği durumlar mevcuttur ve bu tanımlamayı sıklıkla duyabilirsiniz. Hatta inanılmaz gelebilir ama bu tanımlama kırsalda yaşayan kadınlardan daha çok kentli, eğitimli ve hatta kariyerlerinin belli bir aşamasında olan kadınlardan daha fazla duyabileceğiniz bir cümledir. Kırsalda kadınlar bunun yaşamın doğal bir sonucu olduğunu ve ölüm-yaşam-ölüm döngüsünün bir parçası olduğunu sezgisel olarak bilir ve bilge bir tavırla pek tanımlamadan deneyimler. Peki, kırsalda ya da taşrada yaşayan kadınla kentli kadının tanımlama farkı nerden gelir? Sanırım yazı burada başlıyor..

Kırsal ya da taşra dendiği zaman pek çoğumuzun aklına eğitim, kültür, iş gibi olanakların sınırlı olduğu ve kadının değerinin, işgücü ve yaşama katılımın düşük olduğu yerler, durumlar gelir. Tamamen yanlıştır diyemeyeceğim bir önerme olmakla birlikte eksik olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu önerme kadına ilişkin bakışın “olumsuz” taraflarıyla sınırlı görünüyor. Evet, olanaklar sınırlıdır ancak tüm bu olanaksızlıklara rağmen buradaki kadınlar kendi güçlerinin farkındadırlar ve açık konuşmak gerekir ki biz kentli kadınların bilmediği çok önemli bir bilgiye sahiptirler: doğanın bilgisine, hayatın bilgisine.. Anlamakta genellikle güçlük çektiğimiz şey bu bilginin, bu kadınları biz eğitimli kentlilerden daha dayanıklı, daha kendiliğinden, daha az kontrolcü ve buna rağmen daha güçlü olma becerisini bahşetmiş olduğudur. Çünkü kentli, eğitimli, kültürlü kadınlar olarak bizler şunu deneyimlemiş ve şunu öğrenmişizdir: Bilgi güçtür!

Bilgi nasıl bir “güçtür”? Büyük şehirlerde, merkezlerde yaşamak, yaşamak sadece “soluk alıp vermek” eylemi ile sınırlandırıldığında oldukça kolay ve hatta eğlenceli görünür. Ama yaşamanın içine kaliteli ve temiz gıdaya ulaşmak, eğlenme olanaklarından haberdar olup onlara katılım gösterebilmek, temiz ve güvenli bir şekilde barınabilmek, ulaşımı daha az sıkıntıyla deneyimlemek, temiz, kaliteli ve mevsime uygun giyinmek ve tabii ki tüm bunların bilgisine sahip olabilmek gibi “özelleşmiş” bazı bileşenler konulduğunda, kentlerde yaşayan herkes yaşamanın kolay olmadığını bilir. Çünkü bunları yapabilmek için belli bir eğitim gereklidir, bu eğitimin açacağı kapılar olmalıdır, bu hayali kapılardan geçip hayali koltuklara ulaşılmalıdır. Bu hayali/metaforik koltuklara oturmak, bilmekle ve bilgiyi kullanıp kontrol etmekle mümkün olur. Bilgiyle ve bilgiye ulaşan zihnimizle güçleniriz, bu şekilde hedeflerimize ulaşabilir ve hayatı/yaşamayı kontrol edebiliriz…

Tüm bunların gebe kalmak ve çocuk büyütmekle ne ilgisi var? Buradan itibaren karşılaştırmalar yer vermeden devam edeceğim. Çünkü sizlerin bu noktadan sonra karşılaştırmaya ilişkin boşlukları doldurabileceğini ve okuduklarınızı bir yerlerden tanıyor olacağınızı düşünüyorum…

Kentli, eğitimli, kültürlü ve güç sahibi kadınlar olarak bizler gebe kaldığımız anda genellikle tüm annelik düşlemlerimize rağmen bir panik duygusuna kapılarak karşılarız gebeliğimizi.. Çünkü o ana kadar uğruna çabaladığımız şeylerin askıya alınması, ertelenmesi ve bir anda kontrolümüzün kaybolması ihtimaliyle karşılaşırız. Kontrolü kaybetmek mi; bu asla bizim başımıza gelemez.. Hemen gebeliğimizin sağlıklı oluşuna ilişkin muayeneler, tahliller, beslenme programları yoga ve pilates kursları, kitaplar ve bunu beraber yaşayacağımız bizim gibi güçlü arkadaşlar ararız. Büyük bir kentte bunu bulmak hep çok kolay olur; çünkü büyük bir kentte kimse ne yaptığını bilmiyormuş gibi görünmek istemez.  Hatta bununla yetinmeyebiliriz; gelecek bebeğimiz ile ilgili “anneliğimize” ilişkin kurslara katılıp, psikoterapistlere bile gidebiliriz. Bütün bunlarda ne yanlış var canım? Bunları artık herkes yapıyor..

Bu durum bir soruna mı işaret eder? Aslında yeni “normal” bu olduğu için sorun olduğunu söylemek doğru olmaz. Sonuçta annelik gerçek anlamda bir uğraştır. Ve bu uğraş gebelik ve çocuk düşlemiyle başlayan bir süreçtir. Bu noktada sorun anneliğe ilişkin uğraşlara kapılmak değil, anne olmayı annelik yapmakla karıştırmaktır.. Özellikle büyük kariyerlerini, çocukları için, çocukları uğruna terk eden anneler için bunun planlanan, sürdürülen, “check-list” ile kontrol edilen bir ajanda takibine dönüştüğünü görmek, maalesef günümüzün kaçınılmaz bir manzarasına dönüşmüş durumda. Hepsi mi? Tabi ki değil, ama yine üzülerek pek çoğu demek yanlış olmaz.

Şimdilerde uzmanlaşma çok önemli takdir edersiniz. Ancak bu uzmanlaşma mevzusu odağın “yapmaktan” çok “olmak” gereken durumlarda büyük sorunlara neden olabiliyor. Mesela “bilgelik” bir yapma hali değildir; “bilgelik yapmaya” kalkışınca insan, etrafındakiler onun için “bilgiçlik taslıyor” diye konuşurlar ki bu da “bilge olmaktan” oldukça uzak bir durumdur. Aynı şey annelik için de geçerlidir diyebiliriz. Annelik doğal bir olma hali gerektirdiğinden çocuğu olmasa da bu olma halinin içinde var olan kadınlara “anaç” dendiğini duyarız. Annelik “olmak” yerine “yapmak” ile vücut bulduğunda ise hem bu annenin çocukları hem kendisi hem de etrafında buna tanıklık edenler için duygusal ve bedensel olarak yıpratıcı bir koşturmacayı izleriz.

Peki “olmak” ile “yapmak” arasında ayırıcı olan ne vardır? Olmak bir elbisenin içinde kendi derinizmiş gibi rahat hissetmektir. Elbisenin renkleri, kesimi, modeli “modaya” ya da “içinde bulunulan duruma” göre uygun karşılanmayabilir, tuhaf görülebilir hatta eleştirilebilir bile. Ama giyen kişi seçiminden son derece memnundur, o elbise ile sonsuz bir güven, rahatlık ve özgürlük hisseder. Nasıl göründüğü ve diğerlerinin bununla ilgili söylediklerinden çok içindeki sese kulak verir.

Yine bilgelik örneği üzerinden açıklamaya çalışayım; Bilge bir kişinin söylemi, görünüşü, varsayımları her zaman anlaşılmayabilir. Hatta tuhaf ve uygunsuz görünebilir. Ama bilge kişi sadece gözlemledikleri ve doğru olması gerektiğini düşündükleri ile hareket etmez. Duyularını, anılarını ve en önemlisi de yüreğini ya da daha az anlaşılan ve zor açıklanan şekliyle “sezgilerini” de kullanır. Karşılaştığı durum ve kişilerin o andaki hallerine ve her şeyin biricikliğine saygı duyar; bir varsayımda ya da çıkarımda bulunuyorsa da bunun sadece o ana, o kişiye özgü olduğunun da farkındadır. Haklı olmanın peşinde değildir, kanıtlama derdine düşmez. Birinin ona “ne kadar bilge” olduğunu söylemesine ihtiyaç duymaz ve aynı zamanda kendi de bu araştırmanın peşine düşmez. Çünkü böyle yaparsa içindeki sesi kaybedeceğinin sezgisine sahiptir. Bir şeyleri yapmaya çalıştıkça bozacağını içten içe hisseder. O yüzden yapmaya ve bolca müdahale etmeye çalışmaz. Olana tüm bedeni, zihni ve ruhuyla, büyük ve her zaman taze kalan bir merakla açılır. Bilge kişi sadece kendini olduğu şeye bırakır. Ve modern insanın en büyük sınavı da bu teslimiyettir.

Yazının ilk paragraflarında modern zamanların bizi ne kadar etkilediğine yeterince değindim sanırım. Özellikle kadınların gücün, rekabetin bu kadar çok olduğu günümüzde uzmanlaşma adına en büyük güçlerinden yani “sezgilerinden” vazgeçmek zorunda kaldığını düşünüyorum. Bu da maalesef onları sürekli bir kontrol etme, düzeltme, doldurma çabasına, bu çabadan kaynaklanan endişe ve yoğun strese, hatta bazen depresyon ve aşırı değersizlik duygusuna; en nihayetinde tekrara zorlayan bir “yapma”, “en iyisini yapma” girdabına sürüklüyor. “Profesyonelleşme”, bir kadını anne olduğunda da durumu bir profesyonel gibi ele almaya zorluyor ve en nihayetinde “amatör ruhla” çok profesyonel işler çıkarmış olan, bizi yetiştiren annelerimizin bilgeliğinden mahrum kalıyoruz.

O kadar profesyoneliz ki daha gebe kalmadan önce çocuğumuz için uygun okulu aramaya başlıyoruz. Nerede okuyacağına, çevresinde kimin bulunmasına istediğimize, nasıl bir hayatı olacağına daha onu düşlerken karar veriyoruz. Sanırım sezgilerine güvenen bir anne ile profesyonel bir anneyi en iyi ayıran şey de bu; biri sadece hayal kurup iyi dileklerde bulunurken diğer bunları çoktan planlayıp gerçekleşmesi için eyleme koymaya başlıyor. Hata asla kabul edilemez olduğu için profesyonel anneler için kontrol listeleri uzadıkça uzuyor; gözden kaçmış küçük bir detay ya da takdiri ilahinin işi gereği bir hata/kaza olduğunda kabul edilemez bir “travmalar” zincirinin başlangıcında buluyorlar kendilerini. Zaten bu kadar kontrol edilen bir düzlemde hatanın sorulusu asla onlar olmuyorlar; hep bir üçüncü şahıs oluyor suçlu. Dolayısıyla tek pişmanlıkları bu üçüncü şahsı hayatlarına sokmaktan kaynaklı oluyor. Böyle olunca da suçluluk asla duyulmuyor; hatanın kaynağı asla affedilmiyor ve mümkün olduğunca uzaklaştırılıyor. Dünya üzerindeki tüm annelik ritüellerini ve annelik şekillerini bir antropolog, gıdaların besin değerlerini ve ihtiyaç sıralamasındaki yerini bir diyetisyen, okuma-yazma-öğretme-öğrenme ile ilgili teknik ve ilkeleri bir öğretmen, alerjiden beyin hasarlarına kadar olan sağlık yelpazesinde olanları, neler yapılacağını bir doktor ve ruhundaki izleri takip etmek için neyin ruhsal olarak büyüteceğini, neyin engelleyeceğini, neyin travmatik neyin dengeleyici olduğunu bir psikolog gibi; hatta tüm bu uzmanlardan daha iyi biliyorlar. Ve bunu sadece kendi çocukları için değil maalesef tüm çocuklar için biliyorlar. Her şeyin en iyisini, en doğrusunu, en uygun olanını ve modern olanını bireysel farklılık gözetmeden, karşısındakinin buna ihtiyacı olup olmadığına bakmadan, koşulları gözetmeden, kitapta öyle yazıyor diye biliyorlar ve yapılacaklar listesinde hala tik atılmamış yerler bunlar olduğu için yapıyorlar. Uzmanlaşma çağında uzmanlaşamayan çocuklar yetiştirmek istemiyor, sezgileriyle hareket etmeye çalışan herkese acımasız davranıyorlar.

Olma haline teslim olmuş anneler ise etraflarını sarmış bu profesyonellik ağında sadece çocuklarını tanımaya çalışıyorlar ve ihtiyaçlarını anlayıp yapabildikleri kadar bu ihtiyaca yöneliyorlar. Teslim oldukları şeyin kendilerinden büyük olduğunun genellikle farkında oldukları için önce en yakınlarından yardım alıyorlar. Uzman olanlardan görüş ve destek alıyorlar. Eğer bir şeylerin ters gittiğini hissederlerse bunu anlamaya çalışıyorlar. Ama galiba en önemlisi bunu sadece kendi çocukları için yapabiliyorlar ve hata/kaza/yanlışlık karşısında dehşete kapılmayıp bunun üstesinden gelmeye çalışıyorlar. Olanı, olduğu gibi kabul edip yüzlerini ileriye dönüyorlar ve çocuklarına bunu aşabileceklerini, bununla yaşayabileceklerini, yıkılmadıklarını göstermeye çalışıyorlar.

Bazen durum acımasız olabiliyor. Etrafları “profeşşınıl madır”larla çevrili anneler o kadar çok eleştiri alınca kendilerinden şüpheye düşüp, bu uzmanlaşma girdabına düşebiliyorlar. O zaman da maalesef sezgilerine ters düşen, inanmadıkları bir yaşamı sürmeden dolayı hem çocuklarına hem kendilerine hem de çevrelerine çok fazla zarar verebiliyorlar. Suçlulukları ise hiç bitmiyor.

“Teslim olmak” bu satırları okuyan pek çok kişide dehşete yol açmış olabilir. Çünkü teslimiyet günümüzde büyük bir zayıflık göstergesi… Ya aşırı kadercilik olarak algılanıyor ya da fazlasıyla beceriksizlik ve maalesef günümüzde ikisi de kabul edilemez durumlar. Oysa teslimiyet ille dışarıdaki bir şeye, yüce bir güce, bizden iyisini yapabilene bırakmak ve vazgeçmek anlamına gelmiyor. Teslimiyet en başta kişinin kendisini, kendinde olana, kendine bırakmasıyla başlıyor. Kendini tanıması, ihtiyaçlarını bilmesi, iyi, güçlü, kötü ve zayıf taraflarını fark etmesiyle başlıyor. Sezgilerinin çağrısını duymak ve neyse o olabilmek için kendine izin vermesiyle başlıyor. Bu bir savaş değil, bir varoluş. Kendi gölgemiz ve ışığımızla varsak bir bütünüz… Bu bütünlük ve teslimiyet anne olunca sadece ışığı aramak ve onu görmekle, kendimizi ikiye bölüp diğer parçamızı yok saymakla bozuluyor.

Peki, ne yapmalı? Bu kadar çok yazdıktan sonra iki cümle ile bitirilebilecek bir yazı olduğunu görmek ürkütücü açıkçası. Bu acımasız profesyonellik çağında gerçek hayatlara değen her şeyleriyle gerçek çocuklar yetiştirmek mi istiyorsunuz? Annelik yapmayın, içinizdeki anneyi bulun, kendinizi ona bırakın ve o olun.

Unutmayın az çoktur..

Beyhan ÖZPAR / Psikolojik Danışman

 

Sayın Beyhan Özpar’a MOMIDEA Blog’a sağladığı katkı için teşekkür ederiz..

#momidea #iyioliyişeyleryap #eniyisi etiketle, paylaş